Images for your blog codes


 
GÖNÜLDEN SEVENLERİN YERİ
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  Şiirler
  Güzel anlamli yazilar
  Ziyaretçi defteri
  Sayaç
  rd dinle
Güzel anlamli yazilar
Aşk Yaşandıkça , Sevgi Paylaştıkça Büyür....

Bazen hayatta hiç ummadığınız bir anda ve mekanda karşımıza çıkar ya hani! Ve başlarsınız beraber yürümeye, tebessümle...Size duyulan o müthiş sevgi şımartır sizi çünkü siz erkeksiniz ve mükemmelsiniz. Sevilmek için yaratılmışsınızdır. Beraber olduğunuz insan sizi sevmek zorundadır değil mi? Evet sizi ölesiye sevmek ve bütün ümitlerini, beklentilerini size çevirmek zorundadır(!) Ve erkek olmanın verdiği müthiş kudret ve olağanüstülük sizi yeni arayışlara iter. Sizi o kadar seven insana karşı yapılması en zor ve en adi işi yaparsınız, onu aldatırsınız.Dost sohbetlerinde sizi konuşurlar nasıl ikisini birden idare edebiliyorsun diye... Başlarsınız kadın ruhundan ahkam kesmeye, başlarsınız kız tavlama sanatını öğretmeye! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar ya, bir gün duyulur yaptığınız şey... Ve sizi ölesiye seven (hak etmediğiniz halde) insan sizi terk eder, incinmiş bir onur, kırılmış bir gurur ve kaybolmuş, tükenmiş ümitleriyle...Sonra sizin pişmanlık döneminiz başlar. Ve anlarsınız ne kadar değerli olduğunu, ne kadar sevdiğinizi, çaresizliğin anlamını..Ve anlarsınız her şeyin, bir bedeli olduğunu ve ihanetin bedelinin ihanet kadar ağır olduğunu.

Şimdi çırpınma vaktidir, Başlarsınız yalvarmaya, ağlamaya ve sevgi itiraflarına. "Keşke" dersiniz "Tekrar bana dönse, elimi tutsa, gülse, ümitle gözlerime baksa ve beni yine sevse!" Ama bilirsiniz 'keşke', sözünün pek anlamı yoktur.Sonuçta kaybetmişsinizdir elinizdeki en değerli şeyi, şansınız varsa belki geri döner ama hiçbir zaman eskisi gibi olmaz.Siz siz olun sakın ola ha aldatmayın..Bu dünyada her şeyin bir bedeli olduğunu sakın unutmayın.!.
 
 

aldatanlar nasıl rahat uyurlarki! hemde sevildiğini bile bile. nasıl uyku girer gözlerine ve nasıl hiçbirşey olmamış gibi bakarlar karışılarındakinin yüzüne? nasıl bir akıldır bu seveni sevmek dururken başka biri tarafından sevilmeyi beklemek, yalanlar sölemek, bir İNSAN'I incitmek, kırmak onu, yıkmak tüm umutlarını...
İÇİM BİR KERE ACIDI DUALARIM BİRDAHA OLMAMASI İÇİN...


Sevgilin Değil "Sevdiğin" Olmayı İstedim** 

Anlamalıydım ben üzüldüğümde kılını kıpırdatmamandan, sadece işin düştüğünde aramandan.


"N'aber, nasılsın" lâfının arkasına "Bir görüşelim mi?"
ekleyememenden, anlamalıydım sevgisizliğini...
Ben, seni görmek için sınırlarımı zorlarken, senin umursamamandan, alaycı konuşmalarından, ya da senden vazgeçerim diye korkup önüme bir parça yem atmandan anlamalıydım... Ben, hayatta hiç kimseye bu kadar sabırlı bu kadar mülayim davranmamıştım oysaki.

Severdim özgürlüğümü, asi olmayı, bir bardak sudafırtınalar koparmayı, kimseye hesap vermemeyi... Bir bunları severdim bir de seni sevdim...

Sevgilin değil sevdiğin olmayı istedim....

İlk defa biri benden hesap sorsun istedim, bir açıklama beklesin.
Bu biraz açık değil mi ya da "Hayır bir yere gitmiyorsun, evde oturuyorsun" dan başka bir şeydi bu... Beni sorgula, duygularımı sorgula istedim. Olmadı...

Ne kadar da kolaydımsenin için, ne kadar da zahmetsiz...
Tabiiki, bocalardın, emindin düzgün insan olduğumdan hayatında hiç karşına çıkmamış kadar düzgün, emindin seni çok sevdiğimden ve düşündüğümden;

öyle olmasaydı her probleminde ilk beni arar mıydın?
Nedenleri, niyeleri merak etmedim hiç, inan etmedim...

Bu kadar sevgisizliğinde seni nasıl bu kadar sevdim, onu merak ettim. Benim için ne düşündüğünü, beni nasıl gördüğünü, sendeki beni merak ettim... Artık hayal kurmuyorum, geçmişe bu kadar bağlı olmamın sebebi; o zaman çok mutlu olmam bunu biliyorum...

Şimdi tekrar başlasak da, yalnızlığı paylaşsak da sana gönlümüaçabilir, gözüm kapalı güvenebilir miyim sanıyorsun? Şimdi artık tek başınayım... Hiç değilse hakkını veriyorum yalnızlığın. iki kişilik kocaman bir boşluktansa sensizliği ve yalnızlığı yeğlerim...
Artık kendimi görmemek için aynalara bakmıyorum, üşürüm diye kazağını giymiyorum,
ağlarım diye türkü söylemiyorum.
Belki de sen haklısın!


Artık ben bile kendimi SEVMİYORUM...



TUZ VE SU
 
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama
içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı
çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
“Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.
BİR SÖZ:
EĞER BİR DIŞ ETKEN SİZİ ÜZERSE, DUYDUĞUNUZ ACI O ŞEYİN KENDİSİNDEN DEĞİL, SİZİN ONA VERDİĞİNİZ DEĞERDEN İLERİ GELİYORDUR, ONU DA HER AN ORTADAN KALDIRMA GÜCÜNÜZ VARDIR.
 
DÜNKÜ ACILAR, BUGÜNKÜ SEVİNCİMİZİN KAYNAĞIDIR.
 
ACI ÇEKENLER, HAYATIN GÜZELLİĞİNİ DAHA İYİ FARK EDİP,
GÖNÜLDEN GÜLERLER.



 
İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş, Sadakatin adı ise bir serçeye.Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber Küçük sinekleri,kurtları yemişler,Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış,derelerden su içmişler.Masmavi gökyüzünde dans etmişler,Çiçek açan ağaçlara konup,papatya tarlalarında gezmişler...Birbirlerine söz vermiş kuşlar,Ayrılmayacağız diye.Ama kış gelmiş, Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,Serçe ise her zamanki gibi sadık ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.Ayrılık acı,ihanet kötüymüş serçe için Yaşamaksa önemli imiş göçmen için..O,baharların tatlı eğlencesiymiş sadece Gel demiş serçeye benle beraber...Başka bir bahara uçalım.Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı Ama kış acımasızdır.demiş göçmen,Yaşayamayız burda,aç kalır üşürüz Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş Uçacakmış yeni bir bahara...Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,Ama serçe zayıfmış,onun kanatları uzun uçuşlar için değil.Dayanamayacakmış bu yola Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş,Çünkü o hep kaçarmış kışlardan,Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara..Bir fırtına yaklaşıyormuş.Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan,yakalanmayacakmış..Ama serçe iyice zayıf kalmış,yavaşlamaya başlamış Göçmene duralım demiş artık.Biraz dinlenelim Göçmen itiraz etmiş,fırtına demiş,ölürüz.Serçe çok fırtına görmüş,kurtuluruz demiş.Ama göçmen yürü demiş serçeye birazdan okyanuslara varacağız..Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin..Birazdan varmışlar okyanusa..Kurtuluşuymuş bu büyük deniz Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları.Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi,Serçe artık dayanamıyormuş,Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene;Artık gidemiyorum....
Göçmen serçeye bakmış, bakmış ve devam etmiş........
Okyanus çok büyükmüş,serçe ise çok küçük Serçenin sevgisi de çok
büyükmüş ama göçmen çok küçük...
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET



Ertelemişim Sensizliği

Gece bile fazla bu akşam bana…Öyle siyah, öyle alacalı ki karanlık..Uyumak istiyorum, alabildiğine..Kapatıyorum gözlerimi, sen oluyorsun uykularım..Açıyorum gözlerimi, yalnızlığa kapılıyor düşüncelerim…Anlamsızlığımla eş değer oluyorsun aniden…

Gidişini seyrediyorum, anılarımın arasından…Tozlanmış duyguları temizliyorum, kelime kelime..İçim acıyor, derinden…Gülüşünü anımsıyorum…İçim burkuluyor…
Sensizliğe alıştırırken günlerimi, şimdi ne gerek vardı ki sana ? Düşüncene bile tahammülü yok yüreğimin.. Silebilsem yüzünü, gözlerimden…

Ne acı…Seni hiç unut(a)mamışım ki ben…Eskiyen eşyalarım arasına saklamışım yaşanmışlıkları…Ertelemişim sensizliği bile bile…

Şimdi…Ne şarkılar, ne satırlar dolusu cümleler..Hiçbiri iyi gelmiyor sensizliğime..Belki, çığlıklarımı susturmasam, ağlasam yağmur misali damla damla…Kimbilir, unutulursun belki ozaman…

O an, duygularıma baş kaldırıyorum…Bakıyorum gökyüzüne, bırakıyorum çığlıklarımı yıldızlara doğru…
Atıyorum seni özleyen her bir parçamı…Yüreğimi arındırıyorum fazlalıklardan…
Bu kadar kolay olmamalı…İçimdeki ses, seni çağırıyor her darbemde…

Durmuyorum…Parçalıyorum seni…Kanıyor her bir yanım...

Ya o susacak, ya ben …



Güneşimi kaybettim karanlığa müebbetim ben....*
 
Sen hiç kendine küstün mü?Ben küstüm.Kimseye sormadan seni gönül tahtına oturttuğu için küstüm.İçimde yaşattım seni.Bahardı yüreğimde mevsim.Yazı görmeden kış geldi.İçimde fırtınalar kopuyor.Artık ne fark eder ki.Ben dondurucu soğukta güneşle yanıp kavruldum.Şimdi gün güneş olsa, etrafım güllerle dolsa ne çıkar.İçimde ölen biri var.İçimde ölenle birlikte ölen bir ben var.
Her damla gözyaşımla seni akıttım gözümden.Seninle sevdiğim herşeyi çıkartsam hayatımdan, çıkartabilsem...Seni bana hatırlatan her şeyden adım adım uzaklaşıyorum.Ben ki sana koşmak isterken bunu yapıyorum ya, kendime inanamıyorum.İçimden her gün, her saat, her dakika birşey kopuyor.Parçalanıyorum görüyor musun?
Kendimle hala küskünüm.Barışmayacağım.Artık şarkı söylemek gelmiyor içimden.Kimbilir, belki kağıt kalemle de küserim.Herkese, herşeye sebepli sebepsiz küsmek, omzumu çekerek küçük bir çocuk edasıyla “banane” demek ve saatlerce ağlamak istiyorum.Belki gözyaşlarımla bu acıyı da atarım içimden.Sen üzülme!Küskünlüğüm, kırgınlığım sana değil!Ben sadece kendime küstüm.

Sana söylemek isteyip de söyleyemediğim, boğazımda düğümlenen sözler kaldı.Yutkunmakta zorlanıyorum.Sanki göremediğim ama varlığını hissettiğim bir el kapatıyor ağzımı.Nefes alamıyorum.Yüreğime bir hançer saplandı sanki.Kimse görmüyor ama yüreğim kanıyor.

Hani insan çok sıkıldığında, çok üzüldüğünde ıssız, sessiz herkesten uzak bir yerde yalnız kalmak ister ya, bende tam tersi.Ben kalabalık içinde kaybolmak ve kaybolan beni aramak istiyorum.

İçimde bir yara var.Dünyanın hiçbir hekimi deva bulamaz.Hiçbir ilaç yaramı kapatmaz.Artık buraya bahar gelmez, gün doğmaz.Güneşimi kaybettim, karanlığa müebbettim...


İnsan bazen gitmek ister..

Karanlıklara doğru yürümek ve hiç dönmemek.. Aydınlıktan kaçarcasına.. Kendisiyle yüzleşmekten korktuğu içinmidir bilinmez.. Aydınlıkta yaşananları görmemek için belkide.. Karanlığa giderken gözlerini kapayarak gitmek ister hemde.. Olurda ufacık bir ışık görür tekrar geriye dönerim düşüncesiyle alabildiğine sıkmak ister gözlerini..
 
İnsan bazen gitmek ister.. Sevdiği ve belkide onu seven insanları hiç düşünmeden kaybolmak ister.. Öyle bir yer olmalıdır ki gideceği yer, kimse bulamamalıdır onu.. Tabir-i caizse sırra kadem basmak ister..
        Bazen daralır insan.. Etraftaki entrikalar, mentrikalar şunlar bunlar.. Daraltır insanı işte! Plastik gülüşlerden, yalancı sevişlerden, çıkarcı dostluklardan midesi bulanır artık.. 
 
.. Saf ve temiz bir dünya çizer hayallerinde.. Oraya gitmek ister.. Ama tek başına gitmelidir oraya.. Onu bekleyen tek birşey olmalıdır orda.. .Yalnızlık!
 
Bazen sessizleşir insan.. Etrafa saçtığı gülücüklerden tek bir iz kalmaz yüzünde.. Çünkü bilir ki eğer gülümserse onada biri gülümseyecektir mutlaka.. İcten olmayan bir gülümseme görüp bir kez daha samimiyetsizlik karşısında yıkılmamak için gülümsemeyi unutmaya çalışır kendince... Ya da ona öyle gelir.. Samimi bir gülümseme dahi olsa inanmak istemez..
 
.. Çünkü karşısına hep samimiyetsizlik çıkmıştır onun.. Suya muhtaç toprağa benzer yüreği.. Samimiyete muhtaçtır o yürek!
 
Bazen canı sıkılır insanın.. Raflarda dolaşır gözleri.. Belki birşeyler bulur okurum düşüncesiyle.. Sonra fotoğraf albümüne takılır gözleri bir hışımla indirir hemen albümü ve ciltleri çevirmeye başlar.. O kadar uzun zaman olmuştur ki albüme bakmayalı resimler yapışmıştır artık ciltlerin üzerine.. Albümün içinde dolaştıkça eski anıları gelir aklına.. Kendisini görür resimlerde..
 
En sevdiği arkadaşı ile bahçedeki ağaca tırmanırken çekildiği fotoğrafı gördüğünde belkide aylar sonra ilk defa yüzünde gülücük belirir.. Sonra bebekken annesinin kucağında çekilmiş bir fotoğrafına bakar.. Ne kadar küçüktür ne kadar miniminnacıktır.. ”ben bu kadarmıymışım
gerçekten!?” diye düşünmekten alı koyamaz kendini..
 
Hayatın zorlu kollarına atıldıığı gündür o gün.. Ama o bilmez o zamanlar hayatın ona yaşatacağı zor anları.. bilmez birgün büyüyüp karanlık caddelerin karanlık asfaltlarında yol almak isteyecegini..
 
Bazen tek bir kelime bile insanın canını sıkmaya yeter.. Bazen tepesi atar insanın bazende yüreği yaralanır.. Söylenen sözü kabullenircesine susar bazen.. Hiç birşey söylemez.. Gözleri konuşur sadece, onlarla anlatmak ister herşeyi.. Yüreğine cam kırıntıları serpilmiştir bir kere ve kanıyordur artık.. Fakat acısını belli etmemek için tutar kendini..
 
İnsan bazen gitmek ister.. Hiç ardına bakmadan çekip gitmek! Bırakmak ister herşeyi bir yerde ve sonsuz yolculuğuna çıkmak ister artık.. Vakit gelmiştir artık onun için.. Geç bile kalmıştır belkide.. Hayatında olan ne varsa kim varsa hepsini elinin tersiyle itip yelken açmak ister artık karanlıklara doğru..
 
Yüreğindeki bütün kırıntıları, hayatındaki iyi ya da kötü bütün anıları, insanları yanına almadan defolmak ister!..Ama onlar hep onun takipcisi olacaktır.. Bilir bunu.. Bile bile gitmek ister.. ”Karanlık! yalnızlık! aç kollarını! ben geldim…!!” demek ister..
Diyemez…


 
Koskoca birbahcede harikulade çiçekler içinde bir papatya ve papatya aşık olmuş yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana.Bir ümit bekliyormuş.Yüzlerce çiçeğin arasından onunla sadece onunla saatlerce ilgilensin.Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş.Sadece ona değsin makası ona gülsün dudakları.Kıskanıyormuş onu kırmızı güllerden,sarı lalelerden,mor menekşelerden.Papatya sadece bahçıvan için açıyormuş bembeyaz yapraklarını.Bir gün aşkı öyle büyümüş ki papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.Eğilivermiş boynu.Toprağa bakıyormuş artık.Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş.Ayaklarını görüyormuş.Bunada şükür diyormuş.Yetiyormuş ona bahçıvanın varlığını hissetmek zaman akıp gidiyormuş.Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.Ne var sanki boynumu kaldırsa bir kere daha görsem yüzünü diyormuş.Ve işte bir gün bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.İnceik bedenini ellerinin arasına almış elindeki sopayı köklerinin yanına sokmuş ve bir iple papatyanın gövdesini bağlıyıvermişsopaya papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.Hala göremiyormuş onu ama bedeni kurtulmuş.Uzun bir müddet sonra bahçıvan uğramaz olmuş.elen giden yokmuş.kahrından ölücekmiş papatya.Ama işte bir sabah hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.Derin bir ohh çekmiş.Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.Birden kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.Adamın elinde birde makas varmış.Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya ne güzel açmışsın sen öyle demiş.Bu genceik yakışıklı bir delikanlıymış.Gözleri gök mavisi,saçları güneş sarısıymış.Ama gövden seni taşımıyor demiş.Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış ve bir hamlede başıı gövdesinden ayırmış.Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini.O ak saçlı ak sakallı yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.Birde o gencecik yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.O an anlamış neden o yaşlı bahçıvanı sevdğini o herşeye rağmen papatyaya emek vermiş.Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş ama onu aslında hep sevmiş.Papatya anlamış artık sevi emek istermiş yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini.Teşekkür etmiş ona içinden son yaprağıda kuruduğunda biliyormuş artık gerçek sevginin söylemeden yaşamadan ve asla kavuşmadan var olabilecğini....


UMURSANMAMAK
 
AŞK ne kadar tuhaf bir duygu..! Hayat ne kadar tuhaf ..!Birini deli gibi severken,onun seni asla umursamaması, küçük bir köpek gibi arada bir önüne gülücük kılığında bir kemik atması ne trajik bir şey! Ne zaman birini derinden sevsen, ilk önce o seni terk ediyor. Çünkü sen onu hep sevensin. Onun için herşeyini her zaman feda edebilecek durumdasın çünkü.O senin hayatının merkezindedir. Onsuz olmayacağını biliyor.O varken başkaları olmayacaktır hayatında. Bütün yaşamın onunla dolup taşacaktır,bunu biliyor aşık olduğun insan. Sen bir limansın onun için. Ne zaman hayattan darbe alsa gelip ilk sığınacağı yer sensin.Ve sen ona asla kötü davranmayacaksın. Onun hep korunmaya muhtaç bir bebek gibi sarıp sarmalayacaksın. Ve belkide senin yanında, belkide telefonundan arayacaktır peşinde koştuğu ulaşılmaz sevgilsini. Acımasız, gizemli, güçlü, insanı insan yerine koymayan sevgilisini ne kadar da çok özlediğini söyleyebilecektir yüzüne.. Çünkü sen çok iyi birisin. Sevenin halinden anlarsın. Safsın. Sevdiğine kıyamayansın ! Ve sana edebileceği kadar eziyet edecektir sevdiğin erkek. Çünkü sen elde birsin. Çünkü sen insanı insan yerine koyan birilerini üzmek yerine kendini üzmeyi tercih eden,acıya yataklık edensin. Sevecek ve ezileceksin. Sevecek ve ilk önce terk edileceksin. Kaderin bu senin. İyi insanların da kaderi aynı zamandan. Ezilmenin faturasını, ayrıntılarınıda istiyoruz galiba hayattan. Kendine aşık olsan narsist oluyorsun. Birine aşık olsan alıp yere çalıyor aşkını. Ve aşık soruyor kendine . " Doğrusu nedir bu işin"........


Sildim Bütün Bekleyişleri Sözlerimden...

Bir mektup bu... Sana yazılan diğer mektuplardan sadece biri. Her ne kadar gönderilmediyse de hiçbiri, yine ve son defa gözlerine düşeceğim sözlerimi.



Diğerlerine benzemeyecek bu kez yazacaklarım, seninle yaşanan anları anlatmayacağım bu kez satırlarımda.

"Senden önce"..

"Seninle"..ve

"Senden sonra"

diye ayırmayacağım zamanı.Gidişini yazmayacak, bana kalanları, sonraları, 'belki' ile başlayan umutları, 'keşke'li hayıflanmaları, karanlık geceleri, bitmez bekleyişleri, derin iç çekişleri, hüzünleri ve ağlayışları düşmeyeceğim satırların arasına...

Sana şimdi ve son defa, hiç duymadıklarını yazacağım bu mektupta.

Çok zaman oldu sen gideli. Kaç gün doğumu yaşandı ve kaç geceyi karşıladı yokluğun! Kaç mevsim gördü içimin ağlayan yanı, bilmiyorum... Üzerine yağmurlar yağdıracak kadar çok zaman oldu gidişin. Yarayı soğutacak, acıyı azaltacak, sana herkes gibi bakmayı öğretecek kadar çok.

~Sildim seni başka kılan ismini yüreğimden!..

Dün sabah tek başıma yürürken artık aydınlığını seçebildiğim sokaklarda, aklımdan geçenlerdi belki de beni yüreklendiren, kalemi elime düşürüp "Yaz bunları" diyen. İçimde avazı çıktığınca "Yeniden başla!.." diyen bu sesi dinlemeli diyorum nicedir. Teslim olmalı bu sese ve.. Ve yeni bir hayat yeşertmeli, geçmişi yaşamak yerine. Bir tohum ekmeli toprağa ve
büyümesini, filizlenmesini beklemeli her yeni günde. Bir kez daha tutunmak yaşama ve düşmelere inat bir kez daha kalkmak ayağa. Yeni bir güne uyanıp geleceğe bakmak ve sen dolu maziyi artık yoktan saymak.
Vazgeçtim senli geçmişten...

~Sildim bütün bekleyişleri sözlerimden!..

Artık biliyorum! Gelsen de hiçbir şey değişmeyecek, bunca yaşanmışı silmeye yetmeyecek hiçbir dönüş. Unutturmayacak ardımızda kalan onca zamanı ve dönsen de bir gün, bayram olmayacak eskisi gibi o günün adı. Öyle çok şey değişti ki, öyle çok şey yitip gitti ki içlerimizden. Her gün biraz daha yitirdik bize dair olanı, hergün biraz daha kaybettik koruyamadık bizi birbirimize mecbur kılan o güçlü bağı. İşte bu yüzden biliyorum artık, bu bekleyiş sonlanmalı...

~Sildim seni ümitlerimden!...

Sona geldik işte, hani o çok sevdiğim şiirin son mısraları gibi;

"Bir tek gece vardır insanın hayatında
Ömür boyu sürer nöbeti
Bu da öyleydi
İyi ol
Sağ ol
Uzak ol
Ama bir daha görme beni"

Hoşçakal uzaktaki sevgili...
 
 
KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.
Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.
"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.......
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.
Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.
Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.
Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak
- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız? Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.
Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O' nun gözünden gördün kendini!..

ben annemi çok seviyorum herkes annesini cok sever ama üzerde bende üzdüm zamsanında bunu için özür diliyorum meleğim özür diliyorum biricik ANNEM..........



BİR YAPRAKTAN DA ÖTESİ

Gündüzlerin sessiz gecelerin yalnız geçtiği anlardayım.
Göz kapaklarım kapanmak istese de yüreğim uyutmuyor, kapatmaya izin vermiyor gözlerimi.
Ne zaman dokunmak istesem yaprağına sende yüreğim gibi hainlik edip bana,
ne yazmama izin veriyorsun ne de senden uzaklaşmama.
Med-cezir misali oynamaktasın benimle, ne sendeyim ne de senden uzakta!

Öyle bir haldeyim ki tanımlamak istesem dilim, yazmak istesem elim yetersiz kalır;
kendime hakim olamaz bir durumdayım.  
Nasıl etsem, neden bahsetsem sana bilemiyorum;
ama bir bilsen ne kadar özledim sana yazı yazmayı, yaprağına dokunup koklamayı!

Şimdi susmak vakti gibi geliyor ama susmak istemiyorum.
Şimdi sussam bir daha hiç konuşamayacakmışım gibi oluyor
ve sensiz kalmaya dayanacak gücü kendimde bulabileceğimi zannetmiyorum.
Günler senin varlığını hatırlamakla geçiyor, sana uzaktan bakmakla
ve için için yanmakla!
Çünkü  yaprağına dokunmaya gücüm, sana yazmaya takatim kalmadı.

Hadi gel, sana çok ihtiyacım var…

……….

………………

……………………..

……………………..

Yazamadığım mısralarda neleri anlattığımı en iyi sen biliyorsun
yada ne bileyim en iyi sen bilmelisin gibi geliyor bana.
Çünkü ben bütün özlemlerimi,hasretlerimi, üzüntülerimi, sevinçlerimi, suskunluğumu
ve yazamadığım birçok şeyi yalnız ve yalnız seninle paylaştım.
Sen sadece yazılacak bir yaprak, okunacak bir metin,
seyredilecek bir resim değil; benim her şeyimsin dediğim şeysin:
sen benim hem dostum hem de sevdiğimsin.

Az önce sana baktım uzaktan ve içindekileri hatırlayarak derin bir offfffffffff çektim yürekten.
Biliyorum bunun bir yararı olmayacak ama züğürt tesellisi benimkisi.
Sayfalarının arasına neleri sığdırmadım ki:
en sevdiğim papatyaları, bakmaya da almaya da kıyamadığım gülleri,
dağdan kopup gelen sarı çiğdemleri, zamanı geçmiş kır çiçeklerini,
bir tiyatro biletini, bir çikolata  jelatinini,  bir başka kağıda yazılı öksüz mısraları
ve hem seninle hem de benim olan kokunu sakladım yapraklarının arasına
ve yüreğimin ortasına.
Şimdi bakmaya bile dayanamıyorum bunlara
ve özlemlerime katılıyor bunları seninle paylaştığım günler, geceler ve her an!

Kimsin sen ve neden böyle ansızın girip hayatıma apansız çıkıp gittin?
Herkese aynı hissi vermediğini biliyorum ama kendine hapsetmek için neden beni seçtin
ve neden bu dağ başında beni yapayalnız bırakıp gittin?
………………………….neden???
Hangi defter yaprağı dokunduğu ele böylesi yapışır
ve hangi el bir yaprağa böyle koşulsuz bağlanır söylesene?

Sorular, beynimi kıvrım kıvrım dolanıp içimi parçalayan sorular
ve cevabını hiç alamadığım onca soru tümcesi.
Ne olacak benim bu kelimelerle savaşım ve kim kazanacak bu  savaşı?  
Hadi bana bilmediğim bu soruların cevabını söyle,
hadi bana bilmediğim bir şeyler söyle: buna o kadar ihtiyacım var ki!  
Sana o kadar çok ihtiyacım var ki!
Gel hadi!



 
babanın biri evladının arkadaşlık yaptığı kişilerin gerçek dost olmadığı sürekli oğluna söyler ama oğlu onu dinlemez ve karşı çıkar hayır baba onlar benim en iyi dostlarım der.baba peki der o zaman onların gerçek dostun olup olmadığını test edelim der oğlu nasıl der baba git bizim koyunlardan birini kes ve parçala ve sonra parçalarını bi çuvala koy ve gel der.oğlu gider babasının dediğini yapar ve getirir.sonra babası derki şimdi bu çuvali al ve o dostlarına götür ben birisini öldürdüm ve bu çuvala koydum diyerek yardım iste der oğlu ama baba der baba eğer gerçek dostun olup olmadığını görmek istiyorsan yap der oğlu gider dostlarından birisinin kapısını çalar ve ben birisini öldürdüm ve bu çuvala koydum saklamak için bana yardım et der ama dostu hayır git benden uzak dur başımı belaya sokma der ve kovar sonra ikinci bir dostuna gider ama aynı yanıtı alır ve diğerleride aynı tepkiyi verince babasına gelir ve haklıymışsın baba onlar gerçek dostum değilmiş hiçbiri yardım etmek istemedi der.babası sana söylemiştim der ve sonra derki şimdi felanca yere git felanca kişiyi bul ve benim selamımı söyle sonra aynı şeyi ondan iste der oğlu gider adamı bulur babasının selamını söyler ve amca ben birini öldürdüm ve bu çuvalın içine koydum der bana yardımcı olurmusunuz der adam gel bakalım diyerken kendi evinin arka bahçesine götürür ve orda bir çukur kazarak çuvalı çukara gömer sonra bütün bahçeye laleler eker ve arka bahçe tam lale bahçesi olur.oğlan gelir ve babasına olan biteni anlatır baba o adam bana yardım etti çuvalı arka bahçesine gömdü ve sonra tüm bahçeye laleler ekti der babası tamam şimdi yine git ve aynı adamı bul herkesin içinde olmadık hakareti yap ve birde tokat at demiş oğlu şaşırmış ama baba nasıl olur o bize yardım etti ama der babası sen dediğimi yap der ve oğlu gider adamı bulur ve herkesin içinde hakaret eder ve birde adama tokat atar.adam gence şöyle bir bakar ve derki oğlum babana selam söyle ben bir tokata lale bahçesini bozacak adam değilim der.



GERÇEK SEVGİ
 
Ayşe hanım uzun zamandır rahatsızdı. Yüksek tansiyonu ve kolesterolü vardı. Hastaneden aldığı randevuya geç kalmamak için erken saatte evden çıkıp, hastaneye gitti. Kan verdi, kolesterol tahlili yaptırdı. Tansiyonu için ilaç yazdırıp hastaneden ayrıldı
Otobüse binmek için durağa doğru yol aldı. Otobüs durağına geldiğinde, iki yaşlı çift dikkatini çekti. Yaşlı amca karısının elini avuçları arasına almış, sıkıca bırakmadan tutuyordu. Ayşe hanım bir müddet bu yaşlı çifti izledi. Daha fazla dayanamayıp sordu. Yaşlı adama doğru bakarak,
- Teyze hastamı amca?
Yaşlı adam başını kaldırıp Ayşe hanımın yüzüne baktı ve,
- Evet kızım yedi defa ameliyat oldu,
Ayşe hanım merakla, yaşlı adamın yüzüne bakıp tekrar sordu,
- Teyzenin rahatsızlığı ne
Yaşlı adam sıkıca tuttuğu karısının elini bırakmadan,
- Teyzenin rahatsızlığı, kafasında kızım. Beyninden ameliyat oldu, bu hastaneyi tavsiye ettiler, beyin cerrahi servisi çok iyi dediler, onun için
Bir de buraya getirdim,
Ayşe hanım iyice meraklanmıştı, yaşlı adamın yüzüne bakarak,
- Senin sağlık güvencen yok mu amca?
Yaşlı adam, karısının ellerini daha da bir sıkıca tutarak,
- Sigortam var kızım. Beyin ameliyatını yaptırdığımda hastane benden yirmi yedi milyar para istedi, tarlam vardı onu sattım, hastanenin parasını ödedim,
Ayşe hanım yaşlı adamın karısına olan sevgisini anlamış, karısının ellerini avuçlarında sıkıca tutuğu amcaya dikkatle bakmıştı.
- Amca senin bir yanlışın var, eğer ki senin sigortan varsa hastane senden para talep edemez. Hastanenin bütün masraflarını sigorta karşılar, seni yol
iz bilmez bilip kandırmışlar
Yaşlı adam karısının gözlerine derin derin bakarak,
- Hastaneden bana bu kadar para ödeyeceksin dediler, ben de ödedim kızım. Karımın canı sağ olsun yeter ki, bir nefesi olsun, hep yanımda, eli avuçlarımda olsun.
Ayşe hanım dayanamayarak tekrar sordu;
Çocuğunuz yok mu amca, nerede oturuyorsunuz?
Yaşlı adam gözleri ağlamaklı, mahcup bir tavırla,
- Çankırı’nın Atkaracalar köyünde oturuyoruz, buraya hastaneye geldik.
Bir müddet düşündükten sonra
- Oğlum da var, kızım da var. Canları sağ olsun da arayıp sormasınlar. Evlenince baba evinden çıkıp gittiler, gidiş o gidiş kızım. Allah benim karıma ve bana sağlık versin, başka bir şey istemem.
Ayşe hanım yaşlı adamın sözlerinden çok etkilenmiş, duygulanmıştı.
- Peki amca sizin işlerinizi kim yapıyor?
Yaşlı adam, etrafına bakınarak;
- İş dediğin ne ki kızım. Bir kap yemeğimizi, evimizin yanındaki lokantadan söylüyoruz, ufak tefek işleri de elimin yettiğince ben yapıyorum.
Ayşe hanım eğilip bir teyzenin yüzüne baktı, bir de yaşlı adamın, sonra;
- Amca çok vefalıymışsın, kimse yapmaz senin bu yaptığını, teyzeyi ne kadar çok seviyormuşsun, Allah sizi ayırmasın.
Yaşlı adam artık gözyaşlarına hâkim olamıyordu, yanağından süzülen bir iki damla yaşı silip, cevap verdi;
- Nasıl sevmem hanım kızım, nasıl bakmam ben ona. O benim babama tam 25 yıl baktı, hiç babamın
kalbini kırmadı. Babamı ve beni hiç üzmedi. Ben onu bu durumda iken nasıl atarım, başıma taç eder gezdiririm. O benim can yoldaşım, hayat arkadaşım. İyileşmesi için sırtımdaki ceketimi satar,
yine bakarım ben ona. Yeter ki nefesi yerinde, eli hep avuçlarımda olsun, yeter ki kalbi ben yaşadığım sürece durmasın, Allah beni bu dünyada onsuz
koymasın kızım
Hava birden bozmuş, aniden yağmur bastırmıştı. Ayşe hanımın evine gitmek için beklediği otobüs çoktan gelmişti. Yaşlı adama ve teyzeye bir kez daha bakarak;
- Geçmiş olsun, Allah’a emanet olun.
Otobüsüne binip koltuğa oturduğunda, belki de bir daha hiç göremeyeceği bu yaşlı çifte bir kez daha baktı ve içinden,
“Gerçek sevgi bu olsa gerek, Allah kimseyi sevgisiz bırakmasın, Allah herkese böyle ‘Gerçek Sevgi’ nasip etsin.” 



Kırlangıç
  
Kaç Kırlangıç Kovaladınız??? Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık.....Tık...... Tık.... Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. 
Biraz meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış. Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım. Adam birden parlamış. Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş. Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu? Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre <br>
sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş; Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum.Hiç canını sıkmam Adam kararlı, adam ısrarlı; Yok, yok ben seni içeri alamam demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. Işim gücüm var, git başımdan. Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş; Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın yalnızlığını paylaşırım demiş. Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş. Ben yalnızlığımdan memnunum demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç , son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını öne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş Adam önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş; Hay benim akılsız başım. Demiş ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yinede kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş. Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Bende onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. 
      Ama...... Onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. <br>
Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki; Kırlangıçların ömrü 6 aydır.....***********Hayatta
bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer ve değerlendirmezseniz uçup gider. Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar ve değerini bilmezseniz kaçıp giderler. Ve asla geri gelmezler. Dikkatli olun.... Farkında olun..... Ve bir düşünün bakalım Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız? 



MELEK ANNEM

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir bebek varmış
. Bir gün Tanrı'ya sormuş:

-Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini
söylediler, fakat ben o kadar küçük ve
güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?

-Tüm meleklerin arasından senin için bir
tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak
ve seni koruyacak. Meleğin sana hergün
şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.

Böylece sen onun sevgisini
hissedecek ve mutlu olacaksın.

-Pekiiiii... İnsanlar bana birşeyler
söylediklerinde, dillerini bilmeden
söylenenleri nasıl anlayacağım?

-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en
güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana
konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.

-Peki Tanrım, ben seninle konuşmak
istersem ne yapacağım?

-Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek.

-Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum,
beni kim koruyacak?

-Meleğin seni kendi hayatı pahasına
dahi olsa daima koruyacak.

-Fakat ben, seni bir daha
göremeyeceğim için çok üzgünüm.

-Meleğin sana sürekli benden söz edecek
ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.

O sırada Cennette bir sessizlik olur
ve düyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Bebek gitmek üzere olduğunu anlar
ve son bir soru sorar:

-Tanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen
çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?

-Meleğinin adının önemi yok yavrum,
sen onu ANNE diye çağıracaksın
... 




ÖNEMLİ OLAN DOSTU KAYBETMEMEK
 
Dostluk, sevgisi sönmüş şu çağda kıymetini bilmediğimiz değerlerden biri... Tıpkı sevgi, inanç, kardeşlik gibi... Sağlık gibi, şükrünü hakkıyla eda edemediğimiz nimetler gibi...
Kıymetini bilmediğimiz, hatta öyle ki arayıp da bulamadığımız bir değer dostluk...
Önceden “Dost bulmak kolay, önemli olan o dostu kaybetmemek” derken, artık bu söz “Dost bulmak zor, onu kaybetmemek, dost kalabilmek daha da zor” şeklinde hayatımızda yankılanır oldu. Çünkü artık menfaatlere endeksli ilişkilerimizde güven duygusu tarumar oldu. Oysa menfaatlerin olduğu yerde hangi güzel duygu, hangi değer varlığını sürdürebilir ki?..
Gerçek sevgi ve dostlukların olduğu yerde menfaatler olur mu hiç?
Tabi ki bu güzel değerlerin bulunduğu yerde “ben” diye feryat edenlerin menfaatlerinin bulunması mümkün değil. Çünkü dostluk “ben” değil, “biz” diye feryat eder. Çünkü dostluk paylaşmaktır. Sevgiyi, mutluluğu, sevinci, acıyı, kederi, hüznü paylaşmaktır. Aynı bardaktan suyu paylaşmak, bir ekmeği ikiye bölüp paylaşmak, sevgi dolu bir yüreği paylaşmak, aynı fikri, aynı zikri, aynı davayı paylaşmaktır dostluk.
Dostluk hiçbir karşılık beklemeden paylaşmak, hiçbir karşılık beklemeden verebilmektir, sende ne varsa dostuna...
Tıpkı Hz. Ebu Bekir gibi dostuna, dost bildiğine kendini adayabilmektir. Dostluk, Ebu Bekir’in Rasulullah’a (s.a.v.) muhabbetindeki yegane sırrın adıdır. Dostluk, Medine’ye teşrif eden Rasulullah’ı misafir etmede yarışan ensar heyecanının adıdır.
Ve bütün bu vefakâr davranışların temelinde bulunan en yüce dosta dost olabilmek arzusu, İbrahim Halilullah makamına ulaşabilme gayesidir dostluk...
Dostluk saygı, sevgi senfonisi içinde edebin baştacı olduğu, özveri, fedakârlık ve bütün güzellikler adına ne varsa harmanlanıp gönülden gönüle sunulan en güzel senfoni ve ashab-ı suffe kardeşliğinin günümüzde yankılanışını bulan kutlu bestedir. Eğer ki, bugün bu kutlu bestenin yankısını gönüllerimizde duyamıyorsak, asrı saadetin altın sayfalarına altın harflerle kazınmış bir hazine olan ensar ve muhacir kardeşliğini, dostluğunu kavrayamayışımızdandır.
Dostluk, bizden olmayana, bizim gibi düşünmeyene yüreğimizin kapılarını kapamak değil, hataları olanları hatalarından dolayı yalnız bırakmak değil, günahları olanları kendi terazimizde yargılamak değil.
Dostluk bizden olmayana bizdeki güzelleri gösterebilmek, bizim gibi düşünmeyenlerin de düşüncelerini dinleyebilmek, hataları olanlara yanlışlarını gösterebilmek, günahkâr olanlara “Gel beraberce, tevbe edelim, bir daha dönmemecesine.” diyebilmektir.
Dost, dostlar, günahıyla sevabıyla bizden olan, gönül bahçelerimizin kapılarını sonuna kadar açtığımız yegane insan veya insanlar...
Dostlar ırmak gibidir. Kiminin suyu az, kiminin çok. Kiminde ellerin ıslanır yalnızca, kiminde ruhun yıkanır boydan boya...
Evet dostlar ırmak gibidir. Kiminde ellerimiz ıslanır, kiminde ruhumuz yıkanır.
Ya biz, bizler nasıl dostuz? Dostlarımızın sadece ellerini mi ıslatıyoruz, yoksa ruhunu yıkayabiliyor muyuz? Eğer ki dost dediğimiz insanı herşeyi ile kabul edebilmişsek, güzel yönlerine güzellikten bakabiliyor, hatalarına birlikte yanıp, birlikte ağlayıp, birlikte düzeltme yoluna gidebiliyorsak, dost acı söyler ama doğru söyler hoşgörüsüyle hareket edebiliyorsak ve kırılmadan, gücenmeden bütün açık yürekliliğimizle konuşabiliyor, birlikte dertlerimize çareler arayabiliyorsak, dostun ruhunu yıkayan ırmağı olabilmişizdir.
Hayatın bütün zorluklarına karşı bir cephede savaşan askerlerin edasıyla omuz omuza verebiliyorsak, karşımızdaki insanın derdi ile dertlenip, en ufak hüznünü, acısını, bütün azalarımızda hissedebiliyorsak, sevinçlerine kendi sevinçlerimizden daha coşkulu çığlıklar atabiliyorsak dostluk merdiveninin basamaklarından emin adımlarla çıkıyoruz demektir.
Dostluk ipek böceği hassasiyeti ile ezeli ve ebedi kardeşlik bağını örebilmek. Evet bu güzel değeri oluşturabilmek ipek böceğinin ipeği oluşturmasındaki hassasiyeti ister. Çünkü güzel olan herşey gibi değerli olan herşey gibi dostluk da zor iştir, hassasiyet ister.
Onun içindir ki, dostlara en güzel duygularla uzattığımız çiçeklerin ellerimizden kaldırımlara düşmesi ve dostlar tarafından çiğnenip geçilmesi kadar acı vermez hiç bir şey...
Onun içindir ki dost vurgunları kadar hiç bir şey kanatmaz insanoğlunun yüreğini...
Gelin dostlar, sevgisi sönmüş şu çağa inat dostlarımıza, dostluklarımıza sahip çıkalım.
Gelin en güzel duygularımızı yüklediğimiz bir tebessüm ile ilk karşılaştığımız dostumuza bırakıverelim can-ı gönülden...
Gelin yüreğimizdeki dostane sevgilerimizi söyleyelim dostlarımıza... En azından “Dostluğun için minnettarım” diyerek gönüllerinde meltem rüzgarları estirelim.
Gelin dostlarımıza dualar edelim gıyabında, Rahmanın bile geri çevirmediği, anne duası kadar içten dualar...
Gelin zahiri ve batini mesajlar gönderelim dostlukları anlatan...
Mesela “Dostluk ağlamaksa, yüreğindeki yası paylaşmaksa, üzüldüğünde sıcak bir kucaksa ve dostun için ateşe atılmaksa, dünya durana dek, bu ruh ölene dek dostumsun.” diye seslenen...
Mesela:
“Bizim ömrümüzde bir ırmak vardır.
Köpüklerinde hayallerimizi yüzdürdüğümüz
Bizim ömrümüzde dostlarımız vardır
Günlerimiz ayrı geçtiğinde üzüldüğümüz” diye hasretlerimizi ifade eden...
Gelin en çok sevdiğimiz, dostluklar adına söylenmiş bir melodiyi dostlarımızın gözlerinin içine bakarak bir kez daha terennüm edelim beraberce.
 
Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş
Bu en güzel, en sıcak duygudur arkadaş.
 
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu beraberce elele
Olmasın hiç, o ta içten gülen gözlerde yaş
Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş.
 
Evet arkadaş kim olduğumu, ne olduğumu
Nereden gelip nereye gittiğimi sen öğrettin bana
Ellerimden tutup karanlıktan aydınlığa sen çıkarttın.
Bana yürümeyi öğrettin yeniden elele.
 
Ve daima ileriye
 
Bir gün, bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe gün gelir ellerimiz
Yine dostça birleşir ayrılsak bile kopamayız.
 
Mısralarıyla yeniden yankısını bulsun dostlarımız, dostluklarımız gönüllerimizde...
Dileğimiz o ki başta yüce dosta dost olabilmek.
Ve yine bir dostun temennilerinde olduğu gibi:
“Ebedi bir ülkede daimi dost kalabilmek” dileklerimizle... 



sen benim olmadınki

Oysa ne çok umutlarım vardı
senin için çığlığa dönüşmüş...
sen hiç benim olmadın ki......


Belkide yalnızlığımda buldum seni....İçimde hayata dair onca öfkenin,onca kızgınlığın,asiliğin buram buram hayata inat yaşamanın ortasında buldum seni..Bahar yeli gibi geldin,en güzel mevsimleri kıskandıran ve en güzel maviye inat....
offff sevdim seni.......
ama sen benim olmadın ki
tıpkı diğer herşey gibi......


Her vuslata,her acıya,hoyratlığa katlanan yılların yüreği,benim olmayışına katlanamayacak gibi...Şimdi bir darağacında asılı duran suretim var..ve ayak ucumla devirsem tabureyi,senli düşlere uyusam...
uyusam
uyusam
hiç uyanmasam
çünkü sen benim olmadınki......


Kovalarken seni,kaçışların saplar yüreğime kordan hançeri..sensizlik düşüncesi içimi kemirirken,yanarken alev alev en kuytu sessizliğim..
ah sevgili
sen benim olmadınki
olamadın ki


Şimdi karanlık odanın ortasında kaderime ağlarken,yalnızlığımı ve sevdamı haykırırken buz dan örülü duvara,ve geçmişe çizik atarken ve yarını yok sayarken ve sende dirilirken ben ve son sözlerim düşerken dilimden
ah canımın içi
sen benim olmadınki
olamadınki............
geç kaldın SEVGİLİ
istesende ben senin olamayacağımki




SENDE YAN GÜNÜN BİRİNDE
 
Zaten adina ask denilmeyecek kadar saçmasapan bir paylasimdi yasattiklarin.
Geçmisi belirsiz ve gelecegi olmayan bir iliskiye soyunmak, ve böyle bir iliskide mutlulugu aramak sevgimin en büyük yanilgisiydi.

Kendi hayatimi unutup, senin derdini düsunup bir, bir gözümun önune sererken soguk ve simarik yalanda olsa sevginden baska ne vardi verdigin söylesene.....
Daha o zamanlar seni öylece birakip gitmek yapilacak en dogru seydi belkide.ama yapamadim.....
Sevgimin büyüklügünü görebilmen ve beni sevebilmen içindi aslinda sana dogru sürüklenisim.
Düsünüyorumda insan belkilerle ne kadar yasayabilir ve ne kadar asabilir kendini bu hayatta.ben sabrettim
Sen hayatinda bu kadar sevilmedin ve ben hayatimda bu kadar sevmedim hiç kimseyi.
Biliyormusun ?
bazen bu kadar sevildigin için kismaniyordum seni.
Hayatinda önemsiyormus gibi göründügün fakat aslinda önemsemedigin, seni cani gibi hatta canindan çok seven birinin olmasi ne büyük bir heyecan verici mutluluktu senin için.

Ben senden ufacik bir sevgi ufacik bir ilgi beklerken bir gün ansizin beni sevgimle ve sevgisizliginle vurup bu hayatin ortasinda öylece birakip giderken çektigim aci sana ne büyük bir mutluluk tattirmisti kimbilir.
Hayatinda ilk defa seni böyle büyük bir askla seven birini tipki bir savasta güçlü tarafin güçsüz tarafi ezip geçmesi gibi, seninde beni ezip geçmen ne serefli bir zafer sayiliyordu. Kendinle ne kadar övünsen az.

Sana kendimi yok etmek pahasinada olsa ömrün boyunca unutamayacagin beni ve delidolu hatirlayacagin bir sürü ani biraktim iste.
Kazanani sen ,kaybedeni ben olan bir oyunun film seridini biraktim.
Bir gün kendi silahinla sevgisizce vurulup bir basina birakildiginda kendini avutman için sana bu zaferi biraktim.
Kimsenin olmadigi bir köseye
gömülüp agladiginda gözyasini silecek bir ask basini egdirmeyecek bir sevgi biraktim.

Veeee Git simdi beni vefasiz hatirla ...............................................



Tuzlu Kahve
 
 Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...
 "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı...
 "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."
 Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı... Kahveye tuz!.. Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..
 Delikanlı anlattı:
 "Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar... Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.."
 Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya başladı... Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi... O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak...
 Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii... Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu... Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...
 40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına... Şöyle diyordu, satırlarında...
 "Sevgilim, bir tanem... Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim... Tuzlu kahvede... İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan... Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...
 İşte gerçek... Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
 Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."
 Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında birgün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu...
 Gözleri nemlendi kadının...
 "Çok tatlı!..." dedi...




varmısın-VARIM....
 
VARIM !

Saatlerdir bilgisayarın başında oturuyordu, hala beklediği mail
gelmemişti. Silkindi. Kaç saat olmuştu bilgisayar başına oturalı?
Oooo! İki saatten fazla olmuş, koskoca iki saat? Arkadaşları yemeğe davet
etmişti, Sinan sinemaya, oda arkadaşları ise fal partisine.. Hiçbirini
kabul etmemişti. Şimdi bu ücra internet cafede gelecek o maili bekliyordu.
Daha ne kadar sürecekti? Kimbilir belki, bugün
hesabına bile girmemişti, girmeyecekti? Girse bile yazacağı daha
önemli insanlar vardı belki... Belki de onun ona önem verdiği gibi o, ona
önem vermiyordu? Yok canım! O da en az Sevgi kadar değer veriyordu
Sevgi'ye, yazdığı her mesajın karşılığı ertesi güne geliyor, hadi
ertesi gün olmadı birkaç gün içinde gecikmenin özürünü de içeren mail
hesabında bekliyordu Sevgi'yi.

Aylar olmuştu yazışmaya başlayalı, bir kez bile aksamamıştı mailler. Ta
ki, bu haftaya kadar. Hafta başından beri tek bir satır gelmemişti ondan.
Tuhaf! Oysa kendisi yazacak bir şey bulamasa - ki, bu da ayda yılda bir
olurdu- forward edilmis mesajlar gönderirdi, güzel sözler, fıkralar ya da
ufacık bir e-kart. Üçüncü gün dayanamamış, onu merak ettiğini söylediği
bir mail göndermişti: Heeeey, öldün mü kaldın mı? Haber verseneeeee! diye
şakalaşmıştı üstelik. Ses seda yoktu yine
karşı tarafta, beşinci gün iyiden iyiye meraklanır olmuştu, hatta bir
sapığın onun hesabına girip gelen mesajları ondan önce okuyup
sildiğini bile düşünmüştü. İyisi mi oturup bütün gün bekleyecekti
bilgisayar başında, hem içinde de bir şüphe kalmayacaktı böylece.

Bugün sekizinci gün de bitmişti. Yine en ufak bir yazı bile
gelmemişti. Unuttu beni diye geçirdi içinden. "Tabii, ne bekliyordun ki!"
diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu çocukluğuyla. Hiç
görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle tanıdığı biriydi karşıdaki ve
hep öyle uzakta öyle bilinmez kalacaktı. Ne bekliyordu ki? Kendisi de
bilmiyordu. Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü
canlandıramıyordu. Ne zaman gözlerini kapasa sadece bir çift el
görüyordu, klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar... Bu elin kime ait
olduğunu görmeye çalışıyor, didiniyor ama hayali bir anda dağılan sis gibi
yok oluyordu.

Ertesi gün soluğu yine bilgisayar başında aldı. Bekledi, bekledi.
Birkaç arkadaşından gelen mailleri yanıtladı hemencecik. Aslında böyle
beklemek fena da olmuyordu hani. Zaten tatildeydi yapacak başka bir işi
yoktu, arkadaşlarından çoğu eve dönmüştü kalanlar ise onu çağırsa da o pek
istemiyordu.

Bu düşüncelere dalmışken yeni bir mesaj geldi. Hayret adres pek
yabancıydi ona. Biraz tereddüt ettikten sonra yüreği korku içinde
açtı. Mail, "merhaba ben Akın'ın yakın arkadaşıyım. Kendisini trafik
kazasında kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi
bulduk ve haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun" diyor ve devam
ediyordu ama mailin devamı onu ilgilendirmiyordu artık.

Okuyacağını okumuştu zaten. Kaçıncı ölüm haberiydi bu, bu kaçıncı değer
verdiği insandı yitip giden? Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu
düşünüyordu. Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne farkederdi ki,
işte cok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe renk katan o kişi
artık yoktu. Kötü bir şaka olamaz mıydı?

Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Ne yani kalkıp
gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi? Bir daha o güzel mesajlari hiç
göremeyecek bir daha o elleri hayal edememenin üzüntüsüyle doğruldu.
"Cebinden size henüz yollamadığı, yollamak için doğum gününüzü
beklediği bir şiir bulduk. Tıpkı sahibine ulaşmamış bir mektup gibi
duruyordu oracıkta. Aşağıda onun sizin için yazdığı son şiiri
bulacaksınız.

VAR MISIN ?

Biliyorum şaşıracaksın
Son sözler gibi gelecek kulağına
Yoo yanılmıyorsun.
Son sözler bunlar.
Bu uzaklığı kaldırmak için ortadan
Sadece bir ufacık his'tik, sen bana ben sana
İki satır lâf, iki mısralık şiirdik
Bir gülücüktük
Bir soru isareti
Oysa daha fazlasını istemek bencillik mi?
Anla artık!
Sözler var ama satırlar yetersiz
Düşünceler var ama sayfalar yetersiz.
Duygular var ama mısralar yetersiz.
Anla artık biliyorum bir sen var, bir de ben
Uzak uzak yerlerde ayrı ayrı şehirlerde.
Ama desem ki, sana:
Biz demeye var mısın?
Desem ki, ne sen olsun, ne de ben.
Bir biz olalım.

Var mısın ?

Akın

Şaşırmıştı, istemezdi etraftakilerin gözü önünde ağlasın. Hiç adeti
değildi ne de olsa. Oysa Akın hep nasıl hissediyorsan öyle ol
başkalarını boşver derdi. İşte her zamanki gibi yine dinlemişti onun
sözünü. Demek o da aynı şeyleri hissetmiş, o da artık bu uzakığı
kaldırmak istemişti. Doğumgünü geçmişti, hem de yine bilgisayar
başında. Yeni bir yaşa daha girmişti işte, yepyeni bir yaş, yepyeni
umutlar, acılar, mutluluklar. Her yaş olgunlaştırırmış biraz daha
insanı, belki de en çok bu yaşa girdiğinde olgunlaştığını anlayacaktı
yıllar sonra arkasına dönüp baktığında kimbilir... Akın! Kahretsin, seni
şimdiden özledim diyerek hıçkırıklara gömüldü. Neden sonra eli yanıta
gitti. Akın'a geç kalmış bir yanıttı bu.

Sadece tek bir sözcük yazdı :

VARIM !




Yasaklısın... Uzaksın...

Ne olur gelme gecelerime...Girme artık düşlerime.O kadar özledim ki...Yapma bunu bana...
Hissedemem seni.Yasaksın bana...Uzaksın! gözlerine bakamam, kokunu içime çekemem artık...
Çok geç. Her gün sana daha fazla yanarak senden uzaklaşmak zorunda olmak ne kadar zor sen biliyor musun?
Senden gün geçtikçe uzaklaşmak...Nefes alamamak...

Arkandan bakarken gitme demek isteyip diyememek ne kadar canımı yaktı haberin var mı ki?
Zamansız gitmelerin vurdu beni en çok...Gözlerimden akan tuzlu göz yaşlarımı seninle tattım ilk kez...
Senden sonra gülmek istedim...
Dur dedi bendeki sen...Sana gülmek yakışır gülümse, dedi diğer bendeki sen.
Duraksadım ve...
Gülümsemelerim başladı.Ama acımı hissettiğim anda gülüşüm son buldu.

Sen gittikten sonra düşürmemen için yalvardığım umutlarımı topladım o kaldırımdan...
Umutlarımda yaralandı...Onların ne suçu vardı ki?
Beni götürdün benden...
Ben sana yandım...Bıraktığın izlerde yürüdüm...

Ama...
...

Yasaklısın bana,Uzaksın...
Ve böyle de kalmalısın! Umutlarımı,düşlerimi bu kez düşürmen için ellerine veremem!

Yasaklı ol,uzak ol...

Can oldun,canımı yaktın,Yasaklı ol umutlarımı düşürme!

Keşke yağmur olsaydın...Akıp gitseydin! Bana aşkı hatırlatmasaydın


 




 
Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.



PAPATYA TARLASI
 
Bir papatya tarlası düşün.İlkbahar ayı.
Ve sen onun yanından geçen yolda yürüyorsun.
Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker.
Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanına gidersin.
Onda seni çeken bişeyler vardır.O papatyayaı olduğu yerden
koparırsın. Sadece senin olsun istersin.Sadece senin öleceğini
düşünmeden ve gidersin o tarladan
içindeki şiddetin durduramadığı bir benciliktir ama bir o kadar güzel ve hapsedici.
TUTKU bu olsa gerek...

Yine o tarlanın kenarındaki yolda
yürüyorsundur. Yine milyonlarcası arasından bir tanesi seni çeker. Yaklaşırsın yanına.Gözlerin başkasını görmez olur o an.Onun için herşeyi yapmak istersin.Dokunmak istersin, dokunamazsın..Orda onunla ölmek istersin.Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.Dayanamazsın onun kokusuna unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin. Diğer papatya orda kalmıştır.Yüreğinin bir kenarında...Paylaşılmamış birçok şey vardır.Unutamaz belki ama geri de dönemezsin ona.
AŞK bu olsa gerek...

Yine o yoldasın.Papatya tarlasının yanından geçen.
V eyine bir papatya milyonlarcasının içinden seni çeker, gidersin yanına.Orda kalakalırsın.O hiç ölmesin diye herşeyi yaparsın.
Tüm gücünle onla olmak istersin. Ondan seni koparacak hiçbir güç olmadığına inanırsın ve orda onunla ölene dek birlikte kalırsın.
SEVGİ bu olsa gerek...



"....Ben şimdi varım ve seni sevmek hakkımı kullanıyorum. Sen bile buna karşı koyamazsın..."

Bazı duygular vardır anlatılamaz, anlaşılır sadece. Sevenin sevdiğini bilmesi kadar; sevilen de anlar sevildiğini. Sevgi her zaman belirli kelimelerle söylenmez. Çoğu defa bir bakış yeter de artar bile..
Yeryüzünde hiçbir kuvvet insanoğlunu sevme hakkından alıkoymaz.
Sevmek çoğu zaman var olmaktır. Sonunda bizi yok olmaya götürse bile. Ben şimdi varım ve seni sevmek hakkımı kullanıyorum. Sen bile karşı koyamazsın. Sana gelinceye kadar sonu gelmez bir arayıştı sevgilerim. Bir zaman başkalarında aradım seni, başka yüzlerde, başka ellerde aradım. Aldandım, fakat birgün seni bulmak ümidini kaybetmedim. Nasıl olsa gelecektin birgün. Ve işte geldin de! Bana tatmadığım hüzünleri tattırmaya, bilmediğim kederleri öğretmeye geldin. Acıdan yana ne kalmışsa yaşamadığım hepsini bir bir sen yaşatacaksın bana. Birgün yaşamanın gereksizliğini desenden öğreneceğim. Bu selin akışını hiçbirşey durduramaz artık. Ummadığım ve ummadığın bir anda çıktın karşıma. Coşkun ırmaklar gibi, amansız seller gibi geldin, mutlaka yıkarak ve benden birçok şeyleri beraberinde sürükleyerek gideceksin. İşte o zaman yoklukların en dayanılmazı ile karşı karşıya kalacağım. Ergeç gideceksin; beni anlayamadan, beni sevemeden gideceksin. Yalnız bir iç kırıklığı kalacak senden, tesellisiz bir hüzün kalacak. Yıllardır aradığım sendin, ama sen gittikten sonra başkasını aramayacağım. Gelmeyecek bile olsan ömrümün sonuna kadar arardım seni. Ama geldin bir kere; ister bilerek gelmiş ol, ister bilmeden...

Geldin ya! Şimdi herşey güzel seninle. Yürümenin, konuşmanın, nefes almanın bir başka anlamı var artık. Sen varsın ya herşey bambaşka gözlerimde...







 
 
 

 
son haber  
   
günlük falınız  
 

Burcunuzu seçin, falınızı okuyun

Muneccim.com 'un katkılarıyla

 
Bugün 13 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?

Ücretsiz kaydol